Emrulevvel

"…فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ" İlk Emir الأ مر ألأول Emrul Evvel

İbn el-Macişun rahimehullah der ki: İmam Malik rahimehullah‘ın şöyle dediğini duydum: “Kim İslam’da bir bid’at çıkarır da onu güzel hasene görürse Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in risaletine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Allah Teala : “Bugün size dininizi ikmal etim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.” (Maide/3) buyurmaktadır. O halde o gün dinden olmayan şey bu gün de dinden değildir.”( Şatibi itisam)
Yahyâ b. Mu’âz er-Râzî Rahimehullah şöyle demiştir: “Tüm insanların ihtilafı üç asla racidir. Bu üç aslın hepsi de birbirine zıttır. Birinden kurtulan diğerine yakalanır: Tevhid, zıddı şirk; sünnet, zıddı bid’at; itaat, zıddı masiyet.
Bu sebeple davetçilere düşen görev şudur: Müslümanalrı bid’atlere ve şirke karşı uyarmak; tevhide ve sünnete sarılmayı emretmek. Allah Tebâreke ve Teâlâ’ya davet çalışması bu temel esas üzerine ikame edilmelidir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104)
Tevhide ve sünnete davet marufun emredilmesi; şirk ve bid’atlerden sakındırmak da münkerin yasaklanması demektir. Ümmet-i Muhammed, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ve en üstün ümmet olma vasfını bu yolla kaza¬nabilirler. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanla¬rın iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsı¬nız.” (Âl-i İmrân, 110)
İmam Mervezî rahimehullah şunları ifade etmiştir: “Ebû Abdillah’a -yani imamımız (Ahmed b. Hanbel’e rahimehullah)- ‘Bid’at ehli hakkında susarak söz söylemediği halde namaz ve oruçla meşgul olan biri hakkındaki görüşün nedir?’ dedim. Yüzünü ekşitti ve şöyle dedi: “Oruç tutsa, namaz kılsa ve insanlardan uzak dursa, bu kendisi için yapılmış bir amel değil mi?” “Elbette ki” dedim. “Bid’atler hak kında konuşması hem kendisi, hem de başkası lehinedir. Bu da daha efdaldir. Tabakâtu’l-Hanâbile,
İmam Şatıbi rahimehullah der ki; Bid’atçilerin geneli aklın kendi başına hüsun ve kubhu, yani güzel olan ile çirkin olan şeyi bilebileceği görüşündedirler. Onların üzerine (güya) bir şeriat bina ettikleri birinci umdeleri ve prensipleri bu görüşleridir. Bu görüş onların inançlarında öncü konumundadır. Öyle ki akddan hiç şüphelenmezler de görünürde onların görüşlerine uymadığı zaman delillerden şüphelenirler. Hatta şer’i delillerden pek çoğunu (bu yüzden) reddederler.
Ey dikkatlice araştıran kişi, sen de biliyorsun ki aklın doğruluğuna hükmettiği her şey doğru ve gerçek değildir. Bu sebeple onların bugün kabul ettikleri bir görüşten yarın döndüklerini görürsün. Ertesi gün de bir üçüncü görüşü benimserler. Şayet aklın hükmettiği şeylerin hepsi doğru olsaydı insanların dünyalarını ve ahiretlerini ıslah etmede yeterli olurdu ve Nebi ve Rasulleri göndermenin hiçbir yararı olmazdı. Bu duruma göre Nebilik de manasız boş bir şey sayılırdı. Bütün bunlar ve benzeri düşünceler bâtıldır, geçersizdir.
Sen de görüyorsun ki onlar hevâ ve heveslerini şeriatın önüne geçirdiler. Bu sebeple onlar bazı hadislerde ve Kur’anın işaretinde ehl-i ehvâ (heva) ve heves sâhipleri diye isimlendirildiler. Hevâ ve hevesleri akıllarına gâlip geldiği ve hevâ kelimesi onlar hakkında meşhur olduğu için bu isimle anıldılar. Çünkü müştak yani türeyen bir kelimeyle yapılan isimlendirmede isim ancak isimlendirilen üzerinde baskın bir şekilde varlığını hissettirdiği zaman mutlak (istisnasız) bir lâkap şeklinde kullanılabilir. O halde bu vasfı taşıyan kimsenin günahkâr sayılacağı âşikârdır. Çünkü onun dayandığı reydir, o da yukarıda sözü edilen hevâ ve hevese uymaktır.
İlimde derinleşen hiç kimse hiçbir zaman bid’atçi olmaz. Hadisin ifade ettiği ve inşaallah ileride de anlatılacağı gibi bid’at icat etmek ancak bid’at icat ettiği ilme yeterince vâkıf olmayan kimselerden vâki olur, insanlar ancak içlerindeki âlim zannettikleri câhiller tarafından helâke sürüklenirler. Hal böyle olunca içtihat şartlarını taşımayan kimsenin içtihat yapması yasaklanmıştır. O kişi aslında halktan birisidir. İlim sahibi olmayan sıradan birisinin (avâmın) deliller üzerinde inceleme yapması ve onlardan hüküm çıkarması haram olduğuna göre ömrünün bir bölümünü câhiliye döneminde geçirmiş ve bu yüzden üzerinde câhiliye kalıntıları bulunan kişinin durumu da onun gibidir. Onun da delillerden hüküm çıkarması ve kendisiyle amel edilen şeyi incelemeye alması haramdır. Kendisine haram olan bir işe atıldığı zaman o kişi kesinlikle günahkâr olur.”
Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye rahimehullah; “Bidatçilerin özelliği onların birtakım sözler uydurup onları dinde vacip hatta onları imanın bir gereği olarak görmeleri, bu konuda kendilerine muhalefet edenleri tekfir etmeleri ve onların öldürülmelerini helal saymalarıdır.”(Minahcu’s-Sunne 5 ,95)

Paylaşmak için tıklayın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!