Emrulevvel

"…فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ" İlk Emir الأ مر ألأول Emrul Evvel

SORU: Etrafında tavaf ederek, içindekilere dua ederek, kurbanlar adayarak ve benzeri diğer ibâdetlerle ibâdet ederek kabirlere tapmanın hükmü nedir?

CEVAP: Bu gerçekten büyük bir sorudur. Cevabının da Allah’ın yardımıyla biraz genişçe verilmesine ihtiyaç vardır. Deriz ki: Kabirlerde yatan insanlar iki kısımdırlar:

Birinci Kısım: İslâm üzere ölen ve insanların kendilerini hayırla yâd ettikleri kısımdır. Bunlar için hayır ve iyilik umulur. Fakat bunlar Müslüman kardeşlerinin dualarına muhtaçtırlar. Müslümanlar onların affedilmeleri ve merhamet edilmeleri için Allah’a dua ederler. Onlar Allah’ın şu âyetinin genel kapsamı içine dâhildirler: “Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmânlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr: 10) Bunlar kendi kendilerine hiç kimseye fayda veremezler. Çünkü ölüdürler. Ne kendilerinden ne de başkalarından herhangi bir zararı def edemezler. Ne kendilerine ne de başkalarına herhangi bir faydayı celp edemezler. Çünkü onlar kardeşlerinin –dualarıyla sağlayacakları– faydaya muhtaçtırlar, onlara fayda verecek durumda değildirler.

Kabirlerde Yatanların İkinci Kısmı: Kendilerinin dînden çıkmalarına yol açan günahları işlemiş olanlardır. Mesela şu, evliya olduklarını, gaybı bildiklerini, hastalara şifa verdiklerini, ne hissen ne de şer‘an bilinmeyen sebeplerle iyilik ve hayrı celp ettiklerini iddia eden kimseler bu kısma girer. Bunlar küfür üzere ölen kimselerdir. Bunlar için dua edilmesi ve rahmet okunması câiz değildir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah’a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara. İbrâhîm’in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhîm çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe: 113, 114). Bunlar hiç kimseye fayda ve zarar veremezler. Hiç kimsenin onlara bağlanması câiz değildir. Onların küfür üzere öldükleri bilindiği halde bir kimse mesela onların kabirlerinden kendisine bir nûr görünmesi veya temiz bir koku yayılması gibi bir takım kerametleri gördüğünü zannetse, bunlar bu kabirlere tapınanları fitneye düşürmek için İblis’in kurduğu bir tuzak ve aldatmacadır.

Ben Müslüman kardeşlerimi Allah’tan başkasına bağlanmamaları için uyarıyorum. Çünkü göklerin ve yerin egemenliği O’nun elindedir. Her şey O’na dönecektir. Darda kalanın duasına sadece Allah teâlâ karşılık verir. Kötülüğü ancak Allah giderir. O şöyle buyurmaktadır: “Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yalnız O’na yalvarırsınız.” (Nahl: 53). Yine benim onlara nasihatim, dînlerinde Rasûlullah صلى اللّٰه عليه وسلم ’den başkasını taklit etmemeleri ve başka hiç kimseye tâbi olmamalarıdır. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab: 21). “(Rasûlum!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmrân:31).

Bütün Müslümanların velîlik iddiasında bulunan bir kimsenin amellerini Kur’ân’da ve Sünnet’te geçen şeylerle ölçmesi, eğer Kitap ve Sünnet’e uygun ise onun Allah’ın velîlerinden biri olduğunu umması, eğer Kitap ve Sünnet’e uymuyorsa Allah’ın velîlerinden olmadığını bilmesi gerekir. Allah teâlâ Kitâbı’nda Allah dostlarını tanımak için adil bir ölçü zikretti. Şöyle buyurdu: “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îmân edip de takvâya ermiş olanlardır.” (Yûnus: 62, 63). Kim mü’min ve muttaki ise Allah dostudur, velîdir. Kim böyle değilse Allah dostu değildir. Kimde îmândan ve takvâdan bir parça varsa onda velîlikten de bir parça vardır. Bununla beraber biz bir kimsenin bizzat kendisini bir şeyle kesin olarak nitelendirmeyiz. Fakat biz genel olarak mü’min ve muttaki olanların Allah dostu olduklarını söyleriz.

Bilinmelidir ki Allah teâlâ buna benzer şeylerle imtihan edebilir. İnsan bir kabre bağlanabilir ve orada yatan kişiye dua eder veya bereketlenmek için kabrin toprağından bir parça alır. Maksadı da hâsıl olabilir. Fakat bu, Allah’tan bu adam için bir fitne ve imtihandır. Çünkü biz biliriz ki bu kabir duaya icâbet edemez ve bu toprak herhangi bir zararın giderilmesi veya faydanın celp edilmesi için sebep olamaz. Biz bunu Allah’ın şu âyetlerinden dolayı biliriz: “Allah’ın yanısıra kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarıp yakarandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler. İnsanlar Allah’ın huzurunda toplandıkları gün tapılanlar kendilerine tapanlara düşman kesilirler ve onların kendilerine tapmalarını reddederler.” (Ahkâf: 5, 6). “Allah’ı bırakıp da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar bizzat kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Nahl: 20, 21). Allah’tan başka dua edilenlerin hiçbirinin duaya icâbet etmeyeceğine ve dua edene asla bir yardımlarının olamayacağına delâlet eden bu manada daha pek çok âyet vardır. Fakat bazen Allah’tan başkasına dua ederken istenilen şey fitne ve imtihan için meydana gelebilir ve biz bunun Allah’tan başkasına yapılan dua ile değil, Allah’tan başkasına dua ederken meydana geldiğini söyleriz. Bir şeyin bir şeyle meydana gelmesiyle bir şeyin bir şeyi yaparken meydana gelmesi arasında fark vardır. Çünkü biz Allah’ın zikrettiği pek çok âyet sebebiyle kesin olarak bilir ve inanırız ki Allah’tan başkasına yapılan dua, bir yararın getirilmesi veya bir zararın def edilmesi için asla bir sebep olamaz. Fakat bir fitne ve imtihan olarak bu dua esnasında bir şey meydana gelebilir. Allah teâlâ kendisine kul olanla heva ve heveslerine kul olanın bilinmesi için masiyet sebepleriyle de imtihan edebilir. Yahudilerden cumartesi günü yasağını delenlerin durumunu görmez misin? Allah teâlâ onlara cumartesi günleri balık avlamalarını haram kılmıştı. Sonra onları bu yasağa uyup uymadıklarına dair bir denemeye tabi tuttu. Balıklar cumartesi günleri bol miktarda geliyor, diğer günler gizleniyorlardı. Böylece uzun bir süre geçti. Dediler ki: Kendimizi bu balıklardan nasıl mahrum ederiz. Sonra düşündüler, taşındılar ve bir plan yaparak şöyle dediler: Cuma gününden ağlarımızı atalım, Pazar günü de ağlara takılan balıkları tutalım. Allah’ın haramlarına karşı bu hileli fiile teşebbüs ettiler. Allah da onları ceza olarak aşağılık maymunlar haline dönüştürdü. Allah teâlâ bu konuda şöyle buyurdu: “Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.” (A’râf: 163). “İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz. Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, muttakiler için de bir öğüt vesîlesi kıldık.” (Bakara: 65, 66). Bak, Allah teâlâ onların avlanmalarının yasak olduğu günde bu balıkları tutmalarını onlara nasıl da kolaylaştırdı? Fakat onlar sabretmediler ve Allah’ın haramlarına karşı hile yoluna başvurdular. Allah korusun.”

(Şeyh Muhammed bin Salih el-Useymin
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri Fetva no: 79)

Paylaşmak için tıklayın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!