Emrulevvel

"…فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ" İlk Emir الأ مر ألأول Emrul Evvel

Ebu Hanife rahimehullah Allah Tealanın sıfatlarını tahrif edenlere cehmidir diyor. El sıfatını kudret ve nimet diyenleri sapık bir cehmi kaderiyeci ve mütezile  olduğunu söylüyor;

Ebû Hanîfe rahimehullah dedi ki: “Allah’ Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de de belirttiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah’Teala Kur’ân-ı Kerim’de sözkonusu ettiği yüz, el ve nefis ona ait nasıllığı bizce bilinemeyen sıfatlardır. Onun eli, kudreti ya da nimetidir denilmez. Çünkü o takdirde bu sıfatın iptali sözkonusudur. Bu ise (sıfatların iptali) kaderiyyecilerin ve mutezile mensuplarının görüşüdür. Onun gazabı ve rızası kendisine ait ve nasıllığı
tarafımızdan bilinemeyen iki sıfattır.”
(Fıkhu’l Ekber)
وَله يَد وَوجه وَنَفس كَمَا ذكره الله تَعَالَى فِي الْقُرْآن فَمَا ذكره الله تَعَالَى فِي الْقُرْآن من ذكر الْوَجْه وَالْيَد وَالنَّفس فَهُوَ لَهُ صِفَات بِلَا كَيفَ وَلَا يُقَال إِن يَده قدرته اَوْ نعْمَته لِأَن فِيهِ إبِْطَال الصّفة وَهُوَ قَول أهل الْقدر والاعتزال وَلَكِن يَده صفته بِلَا كَيفَ وغضبه وَرضَاهُ صفتان من صِفَات الله تَعَالَى بِلَا كَيفَ

Acaba Ebu Hanife rahimehullahın bu sözü ile tecsim ve teşbih yaparak dalalet fırkalarına mı benzemiştir ? (Haşa)

Ebu Hanife rahimehullahın Allah’ın eli var diyeni değil, eline kudret diyeni sapık fırkalara  nisbet ediyor. Simdi biz Hanefiyiz diyenler Allah’ın eli var diyeni sapık, eline nimet diyeni ehli sünnet sayıyor.”

Kadi Ebu Ya’lan derki: “Sahâbe ve onlardan sonra gelen tâbiînden olanlar sıfat naslarını zâhirine hamletmişlerdir. Ne te’vîline ne de zâhirinden sarf etmeye girmişlerdir. Eğer te’vîl câiz olsaydı, teşbîhi izâle ve şüpheyi def etmek için bunu ilk onlar yapardı. Aksine onlardan bunu reddettikleri rivâyet edilmiştir.”(Kâdî Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ el-Hanbelî, İbtâlu’t-Te’vîlât 71)

SIFATLARI TEVİL MOLLA ALİYYU’L-KARİ

Hanefi mezhebinde alimlerin sultanı lakabıyla anılan Molla Aliyyu’l-Kari şöyle demiştir: “Yine bunun gibi büyük İmamımız Ebu Hanife el, göz, yüz ve benzeri ilâhi sıfatlarla ilgili gelen müteşabih ayet ve hadisleri de bu şekilde alıp kabul etmiştir. Buna göre bütün (ilâhi) sıfatların anlamları bilinmekte, keyfiyeti ise akıl ile bilinememektedir.” Mirkâtü’l-Mefatih Şerhu Mişkati’l-Mesabih (el-Mektebetü’l-İmdadiyye baskısı 8/251)

ALUSİ TE’VİL
Meşhur tefsir alimi ve Bağdat’taki Hanefilerin imamı Alusi rahimehullah, İmam Ebu Hanife rahimehullah’ın ve diğer imamların te’vil hakkındaki görüşlerini açıklarken şunları söylemektedir: “Senin de bildiğin gibi, büyük alimlerin ve İslam’ın ileri gelenlerinin çoğunun yolu teşbih (benzetme) ve tecsimi (cisimlendirmeyi) reddetmeyle birlikte mutlak olarak te’vilden kaçınmaktır. İmam Ebu Hanife, İmam Mâlik, İmam Ahmed, İmam Şafii, Muhammed b. el-Hasen, Sa’d b. Muaz el-Mervezi, Abdullah b. el-Mübarek, Süfyân es-Sevri’nin arkadaşı Ebu Muâz b. Süleyman, İshâk b. Râhûye, Muhammed b. İsmail el-Buhari, Tirmizi ve Ebu Davud… bu büyük alimlerdendir.” Ruhu’l-Meani(6/156)

ALLAH TEALA’NIN SIFATLARI HAKKINDA SELEFİN GÖRÜŞÜ
Allah’ın sıfatları hakkında selefin görüşü:
“Sıfatlar konusundaki tevhide gelince, bu konuda takip edilmesi gereken esas, Allah’ın bizzat kendisi ve Rasullerin gerek ispat ve gerekse nefyetme açısından vasıflandırdıkları şeylerle vasıflandırılmasıdır. Kendisinin, kendisi hakkında isbat ettiğinin kabul edilmesi ve nefyettiğinin de reddedilmesidir.

Şu bir vakıadır ki, ümmetin selefi ve imamları, O’nu başka şeye benzetmekten kaçınarak ve tahrifle ta’tile sapmadan Allah’ın kendisi için ispat ettiği sıfatları olduğu gibi kabul etmişler, kendisi hakkında nefyettiği şeyleri de, ne isimlerini, ne de ayetlerini inkara sapmadan reddetmişlerdir. Çünkü Allah Te’ala isim ve ayetleri hakkında küfre sapanları kınayarak şöyle buyurmaktadır: “En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na onlarla dua edin ve O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın; onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.” (Araf/180) Yine şöyle buyurmaktadır: “Ayetlerimiz hususunda doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O halde ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın. O yaptıklarınızı görmektedir.” (Fussilet/40)

Onların yolu, isim ve sıfatları kabul etmek, fakat bu konularda yaratılmışlara benzerliği reddetmektir. Bu teşbihi bulunmayan, bir isbat ve ta’tili (işlevsiz kılmak) bulunmayan bir tenzihtir. Allah Te’ala’nın buyurduğu gibi: “O’na benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura/11)
“O’na benzer hiçbir şey yoktur sözünde teşbih ve benzerliği “O işitendir, görendir” sözüyle de ilhad ve ta’tili (tahrif ve işlevsiz) reddetme vardır.

Allah Subhanehu ve Te’ala, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i mufassal (tavsilatllı şekilde ayrıntlarıyla) bir isbat ve mücmel (kısa ve öz ) bir nefiyle göndermiştir. Böylece Allah’ın sıfatları ayrıntılı bir şekilde isbat edilmiş, benzetme ve benzerlik gibi şanına yakışmayan şeyleri de nefyetmişlerdir. Nitekim Allah Te’ala şöyle buyurmaktadır: “O’na ibadet et ve O’na ibedette sabret. Hiç O’nun adıyla anılan birini biliyor musun?” (Meryem/65) Dil bilginleri, “O’nun adıyla anılan birini biliyor musun? sözünün O’nun adıyla anılmaya layık olan bir benzerini biliyor musun? anlamında olduğunu söylerler, İbn Abbas radiyallahu anh’dan yapılan rivayet de bu anlamdadır. “İbn Abbas radiyallahu anh sözkonusu rivayette: O’na benzer ve denk birini biliyor musun? demektedir.”(İbn kesir)

Allah Teala hakkında hiçbir sıfatı ispat etmemesi lazım vasıl b. Ata gibi bu görüş cehmiyyenin fikri ve görüşüdür. Ehli sünnetten hiçbir müslüman el ve diğer sıfatların hakkında teşbih tecssim ve temsil  yapmaz ancak selefin akidesini beğenmeyen kelamcıların teşbih hastalıklarından dolayı  ehli sünneti tecssim ile vasf etmişlerdir buda apaçık bir iftiradır.
Hakiki müşebbihe kimdir?
Teşbîh aslı her hangi bir şeyi Allah tendekler edinip ona duâ edip yalvarmak ve tapmaktır.
Dua da  şirk ise Allah Teala ya yapacağı manevi duayı Allah tan  başkasına sarf ederse ilah olduğunu söylemese bile Allah teala buna şirk demiştir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin kabri başında olsun ister olmasın bir istenmez istenir diyen şirk ulan bir söz söylemiştir.

EBU HANİFE RAHİMEHULLAH KELAMI VE DİNDE TARTIŞMAYI YASAKLAMASI:

1- “Basra’da heva ehli çoktur. Belki oraya yirmiden fazla gittim. Bazen bir yıl, bazen de daha

fazla kaldım. Bu esnada kelam ilmini en hayırlı ilim olarak görüyordum.” (54)

2- “Ben kelam ilmi ile o kadar uğraştım ki, nihayet geldi parmakla gösterilir oldum. Biz

Hammad b. Ebi Süleyman’ın meclisine yakın bir yerde oturuyorduk. Bu arada bir kadın gelip:

“Bir adam var. Cariyesini sünnete göre boşamak istiyor. Ne yapmalı?” diye sordu. Ne

yapacağımı bilemedim. Kadının bunu Hammad’a sormasını, sonra da Hammad’in ona ne

cevap verdiğini gelip bana söylemesini istedim. Kadın aynı soruyu Hammad’a sorunca,

Hammad ona: “Cariyeyi temizken (ha-yızlı değilken), onunla cima etmeden bir talakla boşar.

Sonra o kadın erkeklerle evlenmeye hak kazanır” dedi. Bunun üzerine benim kelam ilmine

ihtiyacım yok diyerek onunla uğraşmayı bıraktım. (55)

9

3- ” Allah Amr b. Ubeyd’e la’net etsin. O, insanlara yaran olmayan kelama giden yolları açtı.”

(56)

Birisi Ebu Hanife’ye: “insanlardan bazılarının ‘Araz’ ve “Ecsam’ konusunda ihdas ettikleri

sözlere ne diyorsun?” diye sorunca Ebu Hanife: “Bunlar felsefecilerin sözleridir. Sen ehl-i

hadisin ve selefin yolunu tut. Sakın sonradan uydurulanlara tabi olma, her uydurulan

bid’attir”dedi.(57)

4- Ebu Hanife’nin oğlu Hammad diyor ki: “Babam birgün yanıma geldi. Kelamcılardan

bazıları da yanımda bulunuyordu. Aramızda bir konuyu tartıştığımızdan dolayı seslerimiz de

alabildiğine yükseliyordu. Onun eve girdiğini sezince yanına gittim. Bana: “Hammad:

Yanındakiler kim?” dedi. Ben de: “Falan, falan ve falan” diyerek isimlerini saydım. “Peki

neyi tartışıyorsunuz?” dedi. Ben de şöyle şöyle bir konuyu tartışıyoruz dedim. Bana: “Ey

Hammad! Kelamı bırak” dedi. Hammad diyor ki: “Ben babamın böyle karma karışık işlerle

uğraştığını görmedim. O, başkasına yasaklamışolduğu şeyi kendisi de yapmazdı. Ona:

“Babacığım! Sen daha önceleri bana kelam ilmini öğrenmemi söylemiyor muydun?” dedim.

O da: “Evet oğlum. Fakat bugün bunu sana yasaklıyorum” dedi. Ben de: “Niçin?” diye

sordum. “Ey oğlum” dedi. “Bugün bu gördüğün insanlar daha önceleri bir kalp ve din üzere

idiler. Daha sonra şeytan onların arasına düşmanlık koydu ve bundan ötürü ihtilaf etmeye

başladılar.” (58)

5- Ebu Hanife, Ebu Yusuf’a: “Sakın ha sakın! Halka dinlerinin aslını öğretirken kelamdan söz

etme. Zira onlar seni taklid eden bir kavimdir. Sonra bununla uğraşırlar.” (59)

(54) Menakibu Ebi Hanife, el-Kurdi sh:137

(55) Tarihi Bağdad, c: 3, sh: 333.

(56) el-Hervi, Zemmu’l-Kelam, sh: 28-31.

(57) A.g.e. sh: 194.

(58) el-Mekki, Menakıbu Ebi Hanife, sh: 183-184.

(59) A.g.e, sh: 373.

Paylaşmak için tıklayın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!