Emrulevvel

"…فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ" İlk Emir الأ مر ألأول Emrul Evvel

Hamd Alemlerin Rabbi Allah’a, salat ve selam gönderilmiş bütün Nebilere olsun. Bundan sonra;Kur’an-ı Kerîm’de bir âyeti anlarken, o âyetteki anahtar lafzın, sonraki dönemlerde gelişen ıstılahı ve teknik anlamına değil, Kur’ân’ın indiği dönem arapçasındaki mânâsına itibar edilmelidir.Bazı kelimeler, dil tarihi içerisinde dönem dönem çeşitli terminolojik mânâlar kazanırlar ve bu mânâlarla, vaz’î olan asli mânâlar arasında çoğu kez büyük farklılıklar ortaya çıkar. Bu sebepten, bilhassa dini metinlerde yer alan ve çeşitli dönemlerde farklı anlamlar kazanan bazı lâfızlar, kendi dönemlerindeki mahsus mânâları dikkate alınmadığı için yanlış anlaşılmıştır. Misal olarak, Kur’ân-ı Kerîm’de onbeş kadar yerde geçen te’vil kelimesi alınabilir.Kur’ân-ı Kerîm’de te’vil kelimesinin tefsir anlamı yoktur. Istılahların hegemonyasından kurtulmayı başarmış ilk dönemlere âit sözlüklerde ( İbn Farıs) böyle bir mânâya rastlanmamaktadır. Te’vil lügatte: “birşeyin akıbet ve sonucunun ortaya çıkması” demektir. Böyle olmasına rağmen, bu kelimenin sonradan kazandığı “tefsir ve beyan” mânâsından hareket edildiği için, bu kelimenin geçtiği bazı Kur an âyetlerinin anlaşılmasında müşkiller ortaya çıkmıştır. Özellikle muhkem ve müteşâbih kelimelerinin birlikte geçtiği Al-i İmrân sûresi yedinci âyette bu problem yoğunlaşmıştır:”Bu Kitabı sana indiren O’dur. O’nun bir kısım âyetleri muhkemdir ki, onlar Kitab’ın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbihtir. Kalblerinde yamukluk bulunanlar, onun müteşâbih olanlarının ardına düşerler; fitne aradıkları ve onun tevilini arzuladıkları için! Halbuki, onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez, ilimde rasih olanlar ise derler ki: “Ona iman ettik; hepsi Rabbimizin katındandır.” (Ali İmran/7) Vakıa, özü olanlardan başkası düşünmez.Yukarıdaki âyet-i Kerîmede geçen te’vil kelimesine tefsir ve beyan anlamı verilmiş, neticede, müteşâbihlerin anlaşılmayacağı, dolayısıyla Kur’ân’da anlaşılmaz sözlerin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu ise, Kur’ân’ın insanlara gerçekleri apaçık anlatmak üzere inen açık bir kitap olduğu gerçeğiyle çelişmektedir. Halbuki âyette Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği ifade edilen müteşâbihlerden maksat, ya kıyametin vukuu ve ümmetin eceli gibi gelecekte meydana gelecek olan ve gayb olduğu için bilinmesi imkansız olaylar, ya da Allah’ın zat ve sıfatlarıyla alakalı olup, mahiyet ve hakikati aklın bilgi sınırları dışında bulunan gerçeklerdir. Ayetin nüzul sebeplerinden de anlaşılacağı üzere, İslâm’ın can düşmanları olan Yahudi ve Hıristiyanlar, bozgunculuk çıkarmak üzere bu kabil meselelerin peşindelerdi; Kuran onlara gerekli cevabı bu şekilde vermişti.Bu âyet-i Kerîme’den, Kuranda anlaşılması ve tefsir edilmesi mümkün olmayan bazı âyetlerin bulunduğu anlamı çıkmaz. Çünkü: “Allah Teâlâ’nın Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’e vahyettiği Kur’an âyetlerinin hepsi, O’na ve ümmetine açıklanmak, alemlere hidâyet olmak üzere indirilmiş olup, Allah azze ve celle’nin Kitabında, ne insanları ilgilendirmeyen ve onların ihtiyaç duymadıkları bir şey, ne de onları, muhtaç oldukları halde anlamaya yol bulamayacakları bir husus, kesinlikle yoktur. Bu böyle olunca, Kur’ân’da bulunan her şeye insanların ihtiyaçları vardır; her ne kadar bazı âyetlerin ihtiva ettikleri mânâların bir kısmı onlar için gerekli olmasada. Şu âyet, bunun bir örneğidir: “Rabbinin âyetlerinden (alametlerinden) biri geldiği gün, daha önceden iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan hiç kimseye (o gün) iman etmesi asla fayda vermez.” (Enam/158)”Şİmdi, Allah Teâlâ’nın, daha önceden iman etmemiş kimselere, iman etmelerinin fayda vermeyeceğini haber verdiği günde zuhur edecek olan âyetin (mucizenin), güneşin batıdan doğması olayı olduğunu, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bildirmiştir. Burada kulların ihtiyaç duydukları bilgi, tevbenin fayda vermeyeceği zamanı: senesi, ayı ve günüyle değil, genel özelliğiyle bilivermektir. Bu kadarcığını ise Allah Teâlâ, Kitabının delaleti ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in açıklamasıyla bildirmiştir. Şimdi burada insanların bilmelerine ihtiyaç olmayan husus, söz konusu âyet-i Kerîmenin inişiyle, sözü edilen kıyamet alametinin meydana gelme zamanı arasında ne kadar süre olduğudur. Onların ne dini, ne dünyevi açıdan böyle bir bilgiye hiçbir ihtiyaçları yoktur, işte bu, Allah Teâlâ’nın kullarına bildirmeyip de sadece kendisinin bildiği ilimdir. İşte bu ve benzeri mânâlar, Yahudilerin, Muhammed sallallahu aleyhi ve selem’in ümmetinin eceli hakkında mukattaa harfler yoluyla bilmek için peşine düştükleri ve Allah Teâlâ’nın da, bilmelerinin imkansız olduğunu bildirdiği müteşâbihlerdir.”Müteşâbihlerden maksat bu olunca, bunun dışındaki bütün Kur’ân âyetleri muhkemdir. Bu muhkemler de: a.) Ya tek anlamı olup, başka bir te’vile (tefsire) ihtimali bulunmayan ve duyulu verince anlaşıldığı için herhangi bir açıklayıcıya ihtiyaç duymayan; ya da: b.) Birçok anlam ve te’vile ihtimali olup, bunlardan hangisinin kastedildiği, Allah ve Rasulu’nun açıklamalarıyla bilinen âyetlerdir. Bu bilgi, yukarıda ifade ettiğimiz sebeplerden ötürü, ümmetin alimlerinden hiçbir zaman eksik olmayacaktır.”“Binaenaleyh,”onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez” sözüyle, Allah Teâlâ şunu murad etmiş oluyor: Kıyametin ne zaman kopacağını, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinin ecelinin ne zaman sona ereceğini ve ileride daha başka ne gibi şeyler meydana geleceğini Allah’tan başka kimse bilmez. Ebced hesabıyla, müneccimlik ve kehanetle, bu gibi şeyleri bilme hevesine kapılan hiç kimse, bu bilgiye erişemez. İlimde rusuh sahibi olup da, “biz mütaşabihlere iman ettik; muhkem ve müteşâbih hepsi Allah’tandır.” diyenler de bunu bilmezler. Ancak, onların bu konuda diğer insanlara olan üstünlükleri, bunu, ancak Allah’ın bilebileceğini ve Ondan başka, yaratıklardan hiçkimsenin bunları bilemeyeceğini bilmeleridir.” (Taberi)Prof. Dr. Yusuf Işıcık hocanın Kur’anı Anlamada Temel İlkeler kitabından alıntıdır.Ebu Davud’dan gelen bir rivayette; İbni Abbas radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim yıldızlarla tahmin ederek bir bilgi alırsa, sihir şubelerinden birini almış olur. Bu bilgilerden ne kadar çok almış olursa sihirden de o kadar çok almış olur, buyurdu.” (Ebu Davud, 3905; İbn Mace, 3726; Hasen)Yıldızlara bakarak geleceğe ait bilgiler çıkarmak gayba muttali olma iddiasına götüreceği için yasaklanmıştır. Kehanet bazen şeytanların insanlara telkini ile bazen de yıldızlardan hükümler elde etmek suretiyle olur. Her ikisi de cahiliye döneminde oldukça yaygındı. Ta ki Allah azze ve celle İslam dinini galip kıldı ve kâhinlerin otoritesi kırıldı. Din onların sözlerine itimad etmeyi yasakladı.Allah azze ve celle’nin kitabını sonradan gelen alimlerin görüşlerini almaya kalkanlar, çölde serap görmüş kişiler gibidir. Çünkü Allah azze ve celle’nin kitabını anlamış değildir, sadece kendi zihninde tasavvur ettiği şeyi Allah’ın kitabına yüklemiştir, yoksa Allah azze ve celle’nin kitabı değildir. Ebcet hesabını, kur’an’ın mütercimi Nebi sallallahu aleyhi ve selem’in kendisine dua edip; “Allah’ım onu dinde fakih kıl” dediği İbn Abbas radıyallahu anh’a ebcet hesabını yasaklamıştır ve bu işi yapanları men etmiştir, sihirden bir parçadır demiştir, Allah’ın şeriatında böyle bir şeyin olmadığını beyan etmiştir. Ebcet hesabı yapanların Allah katında nasiplerinin olmadığını söylemiştir. Aşağıda vereceğimiz eserler İbni Abbas radiyallahu anh’dan nakledilen rivayetlerdir ve sahihtir.İbni Abbas radıyallahu anh’dan rivayet edilen hadiste buyrulur ki; “Yıldızlara bakan ve ebced harfleriyle uğraşan kimselerin Allah katında hiçbir nasibi yoktur.” (Sahih Eser)İbn Abbas radıyallahu anh’ın da ebced hesabından insanları sakındırdığı ve onu sihrin bir çeşidi sayarak “bu hesabın şeriatta yeri yoktur” dediği aktarılır. (Fethu’l Bari)İbn Abbas radıyallahu anh ebced hesabı ile uğraşanları azarlamış ve bunun bir nevi sihir olduğunu belirtmiştir. (Fethu’l Bari)Allah azze ve celle kitabını apaçık indirmiştir. Bu apaçık indirmesi ancak Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in beyan etmesi ile ve açıklaması ile mümkündür. Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmuştur: “Size de içinde öğütümüzün, şan ve şerefin bulunduğu bir kitap indirdik; hiç akıl etmez misiniz?” (Enbiya/10) Allah’a hamd, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e ailesine, ashabına ve ona güzelce tabi olanlara salat ve selam olsun.”

A. Kadir Gören

Paylaşmak için tıklayın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!