Emrulevvel

"…فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ" İlk Emir الأ مر ألأول Emrul Evvel

الحمدالله رب العالمين و الصلاةو السلام على اشرف الانبياء والمرسلين اما بعد
Hamd alemlerin Rabbi Allah’a, salat ve selam gönderilmiş bütün nebilere olsun. Bundan sonra;

Muhammed b. Abdulvehhab rahimehullah der ki; Rasululah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerinden herhangi birine buğzeden, isterse onunla amel etsin kâfir olur.
Şeyh Abdurrahman b. Nasır El-Berrak’ın Şerhi;
Bu, hakikatte münafıklıktan bir örnektir. Buğz kalbî bir ameldir. Murâd edilen, dini ve aklî bir buğz ile buğzetmesi, o şeyi çirkin/kabîh ve kötü/iğrenç görmesidir. Bu da zorunlu olarak o kişiyi o şeye da’vet edene de buğzetmeye götürür. Buna, namaza buğzeden kişiyi örnek olarak gösterebiliriz. Namaza buğzeden kişi, onda bir fazilet ve bir fayda görmez. Ayakta durmak, eğilmek, rukû, secde gibi fiilleri akılsızlık ve cehalet olarak değerlendirir. Bundan dolayı da ona buğzeder. Namaza olan bu buğzu da onu, namaz emri ile amel edenlere buğzetmeye götürür.
Allah’a ve Rasulüne iman edene gelince, şüphesiz ki o, namaz şeria’tına, onun Allah katından hak olduğuna, onu yerine getirmenin ecir ve sevabına iman eder. Onu yerine getirmeyi sever, namazı yerine getirmek hususunda bir meşakkate uğrayabilir. Bundan dolayı da namazı yerine getirmekten tabii bir hoşlanmama ile hoşlanmayabilir. Ancak bu hoşlanmama durumuna olumlu karşılık vermez, hevasına isyan eder. İşte bu, bizim açıklamakta olduğumuzdan başka bir şeydir. Çünkü bu, tabii bir hoşlanmamadır ve o da, imani muhabbete aykırıdır. Cihad nefislere kerih gelir, nitekim Allah azze ve celle şöyle buyurur:
Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. (Bakara, 216)
İnsan tabiatı gereği ölümden hoşlanmaz. İçerdiği meşakkat ve can tehlikesinden dolayı cihaddan da hoşlanmaz. Ancak Allah’a iman sıhhatli ve kuvvetli olduğunda, cihadın ve Allah yolunda şehidliğin faziletine inanıldığında acı tatlıya dönüşür. Bundan dolayı sâdık mücahidler canlarını tehlikeye atmaktan çekinmezler. Çünkü onu Allah’a satmışlardır:

Şüphesiz ki Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında cennet olmak üzere satın almıştır! (Onlar) Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (Allah tarafından onlara) Tevrat’ta ve İncil’de ve Kur’an’da (söz verilen bu cennet, Allah’ın) kendi üzerine hak bir va’ddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim olabilir? Öyle ise yaptığınız bu alış-verişinizden dolayı sevinin! İşte büyük başarı budur!” (Tevbe, 111)

Bu bir satış sözleşmesidir. Satın alan bizzat Allah’tır, canların mâliki olan da zaten Alah’tır. Ama Allah, kendisinden bir kerem ve cömertlik olarak, mü’minlerin kendi istek ve ihtiyârları ile feda ettikleri canlarını ve harcadıkları mallarını satış saymış, kendi kabulünü satın alma olarak isimlendirmiştir. Ücret ise cennettir.
Mücahid mü’minler ölümden hoşlanmazlar ama Allah’ın sevdiği şeyleri severle. Cihadı Allah sever, onlarda cihadı sever ve onu hoş ve tatlı görürler. Çünkü Allah subhanehu ve Teala cihadı sever. Bu hoşlanmama duygusu yıkılıp gider, zayıflar hatta sadık olan kimse bu hoşlanmama duygusunu hissetmez bile. Bu da imanın kuvvetini ve rağbetteki sıdka delalet eder. Sadaka vermekten ve mal harcamaktan hiç kimse hoşlanmaz. Ancak kişinin imanı kuvvetlendiği zaman, nefsi malı harcamaktan dolayı huzur bulur. Bu hususta göğsü ferah ve geniştir. Meşakkatli olan ve tabiatın gereği olan nefislerin hoşlanmadığı diğer bütün salih amellerde böyledir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözünde murad ettiği hoşlanmama da budur. “Cennet hoşa gitmeyen şeylerle çevrelenmiştir.” (Müslim, 2822) Küfür ve münafıklık olan buğza gelince; bu, kişinin namaz kıldığı takdirde boş bir yaptığını düşünmesidir. Ancak o, riya için namaz kılar. Çünkü o, müslümanların arasındadır ve namaz kılmadığı takdirde onların kendisini ayıplayıp yermesinden korkmaktadır. Tıpkı Rasul sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında olan bazı münafıklar gibi… Onlar da namaz kılıyor, cihad ediyorlardır. Bundan dolayı durumları müslümanların bazılarına gizli kalabiliyordu. Hatta bazılarının durumu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e de kapalıydı. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır; “Çevrenizdeki bedevilerden münafık olanlar da vardır. Medine halkından da bazıları vardır ki, nifakta maharet kazanmışlardır, Sen ise onları bilmezsin! Onları biz biliriz. Onları yakında iki defa dünyada ve kabirde azap edeceğiz; sonra da ahiret de büyük bir azaba döndürüleceklerdir.” (Tevbe/101) Bunlar münafıklardan bir taife idi ve gizlilik içinde kendilerini saklıyorlardı. İşte bu gizli buğza nifak edı verilir. Ancak bunu açığa vurup açıkca söylediği ve “ben namaza buğz ediyorum” dediği zaman örtü kalkmış ve münafıklık ortaya çıkmış olur. Böyle bir kişi mürted olur. Çünkü konuşarak içindeki pisliği ve münafıklığı kusmuştur. “Böyledir! Çünkü onlar, Allah’ı öfkelendirecek şeylerin ardına düştüler ve O’nun rızasından hoşlanmadılar. Allah’ta onların amellerini boşa çıkardı.” (Muhammed/28)

Muhammed b. Abdulvehhab rshimehullah der ki; Her kim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dininden herhangi bir şeyle ya da Allah’ın herhangi bir sevabı veya cezasıyla alay ederse kafir olur. Bunun delili Allah azze ve celle’nin şu buyruğudur: “Allah ile mi, ayetleriyle mi, Rasulüyle mi alay ediyorsunuz? Boşuna özür dileyip durmayın! Sizler imanınızdan sonra kafir oldunuz.” (Tevbe/66-67)

Şeyh Salih b. Fevzan el-Fevzan Şerhi;
Ridde çeşitlerinden biri de, Allah’ın indirdiği şeylerden herhangi birisiyle veya Rasul’ün getirdiklerinden herhangi bir şeyle isterse misvaklanmak, bıyıkları kısaltmak, koltuk altı kıllarını almak, tırnakları kesmek gibi sünnetlerden ve mustehablardan biri olsun alay edip eğlenmektir. Kişi bunlarla alay edip eğlendiğinde kâfir olur. Bunun delili Allah azze ve celle’nin şu buyruğudur.
And olsun ki onlara (niçin alay etiiklerini) sorsan, elbette: “Biz sadece (lafa) dalmış eğleniyorduk!” derler. De ki: “Allah ile mi, ayetleriyle mi, Rasulüyle mi alay ediyordunuz? Boşuna özür dileyip durmayın! Sizler imanınızdan sonra kâfir oldunuz!” (Tevbe/65-66)

O halde ister farz, ister vâcib ister sünnet olsun, Rasul’ün getirdiklerinden herhangi biriyle alay edip eğlenen İslam dininden çıkıp mürted olur.
“Sakalları salıvermek, bıyıkları kısaltmak, koltuk altlarını almak, parmak eklemlerini yıkamak gibi şeyler (öz değil) kabuktur.” diyen kişi hakında ne buyuruyorsun? Bu, türde birşey söyledikleri zaman, onunla amel bile etseler dinden çıkıp mürted olmuş olurlar. Çünkü bu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerinin değerini düşürmektir. Halbuki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin ta’zim edilmesi, ona hürmet duyulması vacibtir. İnsan, nefsinin hevasından dolayı herhangi bir muhalefete düşse bile, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ihtiram eder, hadislere ihtiram eder. Kalkıp da “Bunlar kabuktur.” demez.

Şeyh’in zikrettiği ayetin nuzûl sebebi şudur: Tebûk Ğazvesi’nde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber bir topluluk vardı. Bunlar müslüman idiler. Derken bir mecliste bunlar şöyle demeye başladılar: “Şu (Kur’an) okuyucularımız kadar dili yalancı, karnına düşkün ve düşmanla karşılaşmada korkak olan hiç kimseyi görmedim.” Bu sözleriyle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i ve ashabını kasdediyorlardı. Onların yanında bulunan sahabilerden genç biri bu sözleri alarak, gelip Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e o topluluğun söylediklerini ulaştırdı. Bir de baktı ki vahiy; gelmekte kendisinin önüne geçmiş. Meclislerinde aralarında geçer konuşmalara Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vakıf olduğunu öğrenince özür beyan etmek üzere geldiler. İçlerinden biri kalkıp bineğinin üzerinde iken Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in devesinin yularına yapışarak: “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz sadece yolumuz kısalsın diye, yolcuların kendisi arasında konuştukları türde sözlerle konuşuyorduk. Alay etmek gibi bir kasdımız yoktu. Biz sadece şaka yapmak istedik.” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dönüp ona bakmadı bile, sadece şu ayeti okudu:
And olsun ki onlara (niçin alay ettiklerini) sorsan, elbette: “Biz sadece (lafa) dalmış eğleniyorduk!” derler. De ki “Allah ile mi, ayetleriyle mi, Rasulüyle mi alay ediyorsunuz? Boşuna özür dileyip durmayın! Sizler imanınızdan sonra kâfir oldunuz!” (Tevbe, 65-66) “Siz iman ettikten sonra kâfir oldunuz.” Buyruğu onlaın bu sözleri söylemeden önce mü’min olduklarına dalalet etmektedir. Bu sözleri söyleyince de, İslam’dan çıkıp mürted oldular.
Onlar bunun, şaka olduğunu söylüyorlardı. Halbuki dini konular, şaka ve mizah konusu olamazlar. Bunun üzerine Allah azze ve celle, imanlarından sonra onları tekfir etti. Allah’tan afiyet dileriz.

Bu; Allah’a, Rasulüne, Kitabına, Kur’an’dan herhangi bir şeye veya Rasul sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden herhangi bir şeye söven kimsenin, bunu şaka ve mizah olarak da yapsa İslam’dan çıkıp mürted olacağının delilidir. Heyhat! “Böyle bir kişi kalbiyle niyyet etmedikçe mürdet olmaz.” diyenler “Allah’a da sövse, Rasul’e de sövse, Kur’an’a da sövse buna itikad etmedikçe ona hükmedemeyiz!” diyenler “Onlara, sadece konuşulan veya telaffuz edilen ya da işlenen bir fiilden dolayı hükmedemeyiz.” diyenler neredeler! Bu sözü ve bu kaydı nereden getirdiler!? Allah azze ve celle onlara “Biz sadece lafa dalmış oyalanıyorduk.” demelerine rağmen mürted hükmü vermiştir. Onlar, Allah’a ve Rasulü’ne iman etmiş, muvahhid kimselerdi. Ne zaman ki bu sözleri söylediler, Allah celle ve ‘alâ şöyle buyurdu: “Siz imanınızdan sonra kafir oldunuz” Eğer buna i’tikad ediyorsanız, buyurmadı. Allah’tan afiyet dileriz. Her şeyi yerli yerine koymamız, kendimizden eklemeler, çıkarmalar ve kayıtlar getirmememiz gerekir. Allah onların akidelerini sormadı, onların itikad ediciler olduklarını da zikretmedi, bilakis onların imanlarından sonra mürted olduklarına hükmetti. “Siz imanınızdan sonra kafir oldunuz.” Bu hükmüde söze bağladı, alay etmeye bağladı. Bu kayıtların hiçbirisi ile kayıtlamadı. İnsan ikrah altında olmaksızın bir küfür kelimesi söylerse mürted olduğuna hükmedilir. Ancak ikrah altında ise mürted olmaz.
Allah azze ve celle’ye hamd, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e onun ailesine, ashabına ve güzelce tabii olanlara salat ve selam olsun.

Şeyh Salih Fevzan b.El-Fevzan, Şeyh Abdurrahman b. Nasır El-Berrak

Paylaşmak için tıklayın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!